“Sanat, artı değerin yan ürünü.” diye yazmış ve bu konuda Antalya’da bir toplantıda konuşmuştum. Sanat, artı değerin yan ürünüyse şiire, şairin alın teridir diyebilir miyiz? Mayakovski tarzı bu yaklaşımın bu yazı bağlamında pek de doğru olmadığını söyleyebiliriz. Ter, harcanan emeğin göstergesi olmakla birlikte şairler, şiirlerini terden çok daha fazla önemsiyorlar. Öyleyse şiir, şairin nesi oluyor?
Bu konu aslında şiirin ve edebiyatın gelişimi için çok önemli; çünkü eleştiri karşısında şairin verdiği tepki, kişiliğine saldırılmışçasına abartılı ve sert oluyor. Bu tutum da eleştiriden ve dolayısıyla onun geliştirici etkisinden edebiyatçılarımızı mahrum bırakıyor.
Cemal Süreya’nın “Dergiler Arasında” başlıklı yazısında İsmet Özel’i haksız yere çok sert şekilde eleştirmesinin, onun, hayal kırıklığına uğrayarak soldan şimdiki bulunduğu noktaya savrulmasında etkili olmadığını kim söyleyebilir? Cemal Süreya, o yazısında, Attila İlhan’ın yanında yer alarak İkinci Yeni şiirine eleştiri yönelten dönemin genç şairleri olan Ataol Behramoğlu ve İsmet Özel’e saldırmıştır! C. Süreya’nın eleştiriye verdiği bu sert tepki; şair için, kendi şiirinin ne anlama geldiğini sorgulamamızı gerektiren örneklerden biri.
Eleştiri kültürünün şairlerimizce içselleştirilememiş olduğunu görüyoruz. Benzer tepki romancılar arasında da dozu biraz daha düşük olarak var. Orhan Pamuk, kendisini gayet akılcı biçimde eleştiren Tahsin Yücel’in akademik unvanını öne sürerek güya küçümsemişti. Yine de şiire dönük eleştirilerdeki şiddetin dozuna roman veya öykü alanında rastlanmadığını görüyoruz. Hatta daha ileri giderek Türk edebiyatındaki polemiklerin çoğunun şairler ve şiir nedeniyle ortaya çıktığını da söyleyebiliriz.
Şairin eleştiri karşısında böylesine öfkelenmesi şiirinin onun yalnızca ürünü ya da alın teri olmadığını imliyor. Şair, genellikle ‘anlatıcı ben’ olarak şiirlerini kurduğundan böyle olabilir mi? Alışkanlıklarını, karakterini, kişiliğini şiire koyduğu için şiiriyle et ve tırnak gibi bütünleşiyor. Herhangi bir eleştiri karşısında parmaklarının (tırnaklarının) ucuna cetvelle vurulmuş gibi sıçramasının nedeni bu.
Şairler de tıpkı romancılarda gibi yazdıkları şeyin kendilerinin kurgusal bir yapıtı olduğunu varsayamaz mı? Ne yazık ki şairler, yazdıkları şiiri, bilinçli bir kurmaca olarak değil de, içtenlikle içlerini döktükleri ‘çok özel’ metinler olarak görmekteler. Oysa bu tutum şiire kan kaybettirmektedir. Sanrılar, yanılsamalar ve hezeyanlar istenmedik biçimde şiirlere sızmaktadır. Bu durum önem bakımından şiirin vahiy, şairinse bir çeşit peygamber olduğu yanılsamasından beslenmekte hem de bu yanılsamayı yeniden yeniden üretip durmaktadır. Bu tür yanılsamalar, şairleri şiirleri hakkında söylenecek her söze, sert tepki vermeye hazır hâle getirmektedir.
Şairlerin övgü karşısındaki abartılı sevinçlerinin de tanığıyım. Şiirlerini övmek aynı gerekçelerle sanki onların kişiliklerini övmek anlamına geliyor. Tırnaklarına manikür yapıldığını sanıyorlar!
İki zıt yöndeki bu abartılı tepkiler hayli sağlıksız. Şiiri kişilikleriyle özdeşleştirdiklerinden, onun kendilerinden bağımsız bir yapıta dönüştürülmesi gerektiğini kabullenemiyorlar. Çoğu bunun farkında bile değil.
Oysa şiir yayımlandıktan sonra bağımsız bir varlık olarak edebiyat dünyasının bir parçası haline gelir, gelmelidir. Yazdıkları şiire yabancılaşıp onu başkasının yazdığı bir şiirmiş gibi eleştirel okumayla okuyamıyorlar. Bu yüzden her defasında yazdıklarını kolayca beğenip hemen yayımlama derdine düşüyorlar. Kendi şiirine eleştirel bakmak şöyle dursun Narkissosçu narkozun etkisiyle ondaki ‘güzelliğe’ bakıp bakıp saçlarını taramakla avunuyorlar.
Genel anlamda her şiir, hayatın şair tarafından yanılsanmış bir parçasını yansıtır, dile getirir. Ve “şairin hayatı şiire dahildir”, fakat daha fazlası değil; şiirine veya kendisinin bir tutumuna yöneltilen eleştiriye karşılık olarak tehdit ve hakaretler savurmak, lüzumsuz yere mahkemelere başvurmak, hatta silah kuşanmak vs. ne mene bir iştir?
Eleştiri karşısında verdikleri sert tepki nedeniyle, şiir eleştirisinin önündeki en önemli engel ne yazık ki öncelikle şairlerdir. Eleştirinin olmadığı yerde, her yere gül ekilmiş olsa bile bahçıvan olmayınca bir süre sonra orası dikenden girilmez bir çalılığa dönüşür. Şiir eleştirmeni, gül bahçesinin bahçıvanıdır.
Şair, şiirini yayımladığı anda onu taşıyan kâğıttan tekneyi dereye bırakmış demektir. Fırtınaları atlatabilirse o tekne atlatacaktır. Engin edebiyat denizlerine ulaşabilirse o ulaşacak, şairinin adını da kendisiyle birlikte taşıyabilirse o oraya taşıyacaktır. O teknenin yükü cehalet, kibir, kapris, sanrı ve hezeyan olmamalıdır. Bunlar o teknenin su almasına yol açarlar…
Ha, elbette o tekne zamanın sonsuzluğu içinde o denizlerin fırtınalarıyla da mücadelesini sürdürecektir. Belki bir süre sonra batıp unutulup gidecek belki de sonsuza kadar yüzmeye devam edecektir.
- Mayakovski ve Trajedisi - 20 Temmuz 2023
- Savrulma - 14 Haziran 2023
- Garip Devrimi ve Nâzım - 26 Mayıs 2023