İşin, kuralın aslını anımsatıyorsunuz ona: “Yazınızdaki ‘Arapça'dan’, ‘Farsça'dan’, ‘Türkçe'nin’, ‘Türkçe'leştirmeliyiz... yazımları yanlış; çünkü özel adlardan türemiş adlara getirilen ekler kesme imiyle ayrılmaz. (bkz: yazım kılavuzları)”

-Sosyal medya paradokslardan biri mi oluşuyor?!-

Kesme imi sorunu (mu?)

Türkçe öğretmeni. Yıllarca dersanelerde[1] de ders vermiş (Bu durumun neden özel bir önemi olduğuna biraz sonra değineceğim.).

Ya da bir biçimde kendini dil konusunda yetkin, hatta yetkili görüyor. Neden? Çünkü Türkçe-edebiyat öğretmeni, kütüphaneci, köşeyazarı, yılların gazetecisi… Yanlış bilecek değil ya!..

Üzerinde hiç tartışılmamış, yıllar önce uzlaşılmış bir konuda bile kendi bilgisini (!) genel doğru sanıyor ve bu konuda akıl veriyor, yanlış (!) yapanları eleştiriyor. Eleştiriler karşısında sıkışınca da, “Bu konuda şöyle diyen de var.”; daha da sıkışmış hissediyorsa kendini, “Ben böyle yazıyorum.” diyor. Üstelik başkalarını eleştiriyor bu öznel yaklaşımına karşın, “Çok yanlış yapıyorlar, bilmiyorlar doğrusunu” diyor.

Sözgelimi, “türemiş özel adlara gelen çekim eklerinin kesme imiyle ayrılıp ayrılmaması” konusundaki tutumu böyle.

Bu örneği siz siyaset, sanat, estetik gibi konulara da uyarlayabilirsiniz.

İyi niyetliler, iyi insan olarak biliniyor çoğu bunların…

Ama “Cehennemin yolları da iyi niyetle döşenmiştir” değil mi?

Âlimle cahilin bir tutulmaması anlayış vardır geleneğimizde. Gündelik yaşamda genelde yanlış işler ama kurumsal ve kuramsal alanda hayli yerleşiktir bu anlayış.

Konuyu dağıtmamak için yazım kuralları ile sınırlayacağım bu yazıyı.

Biraz önce sözünü ettiğim somut örneği daha da somutlayalım şimdi.

Türemiş özel adlara gelen eklerin kesme imiyle ayrılamayacağı. Neden böyle olması gerektiği. Neden yıllar önce üzerinde pek tartışılmadan kolayca uzlaşıma varıldığı.

“Televizyonda hangi programı izlersem izleyeyim Türkçe’nin her türden yanlışıyla karşılaşmak sinir bozucu bir hale geldi benim için.” diye başlayıp örnek ve eleştirilerini sıralıyor emekli Türkçe öğretmeni.

Ne büyük bir iddia içeriyor bu söylem!

İşin, kuralın aslını anımsatıyorsunuz ona:  “Yazınızdaki ‘Arapça’dan’, ‘Farsça’dan’, ‘Türkçe’nin’, ‘Türkçe’leştirmeliyiz… yazımları yanlış; çünkü özel adlardan türemiş adlara getirilen ekler kesme imiyle ayrılmaz. (bkz: yazım kılavuzları)”

Yanıt olarak, “Özel isimler kesmeyle ayrılır, ‘Türkçe’ de. Siz isterseniz kullanmayabilirsiniz ben kullanırım” diyor.

Yani Türkçenin her türden yanlış kullanımından yakınıyorsunuz ama zamanında pek tartışılmadan kabul görmüş, üzerinde uzlaşma sağlanmış bir yazımla ilgili yanlışınız için de, “Ben (böyle ) kullanırım” diyebiliyorsunuz.

Siz kimsiniz? TDK mi, Dil Derneği mi, bunlarla eş ya da bunların üzerinde konumlanmış bir dilbilimci mi?..

Yazım yanlışlarından yakınıp işin doğrusunu öğretmek isteyen bir başkası da şöyle yazıyor:

Türkçeyi çok seviyorum.
Öğretmen okulunda asıl başarılı olduğum ders Matematikti, ama ozanlık tutkusu Yazın okumaya yöneltti beni. İyi de oldu, ozan olamadım, ama Türkçe öğretmeni oldum. Sonradan Edebiyat öğretmenliği de verdiler, fakat edebiyat derslerine girmekten kaçındım.

 

Şimdi, durup dururken bu da ne?

Efendim, bu sabah biraz öğretmenlik, hem de Türkçe öğretmenliği taslamak istiyorum. Okullarda öğretemediğimiz söylenilip durulan Türkçeyi belki burada öğretiriz.(!)

Üzerinde durduğu, her zaman popüler olan çok bilinen bir konu: “-de/de” ve “-ki/ki”lerin yazım biçimi.

Yazısındaki basit yazım yanlışları bir yana (Matematik, Yazın, Edebiyat…), sözünü ettiği konuda verdiği bilgiler hem eksik hem yanlış.

Örneklerinden biri şöyle:

“İzmirdeki deniz.. (Özel adların aldığı yapım ekleri kesme imiyle ayrılmaz.)”

İşin doğrusunu açıklıyorsunuz kendisine (özetle):

“-(de)ki” kalıbında bulunan “-de”, bulunma (hâl) durum eki olduğu ve özel ada geldiği için kesme imiyle ayrılır. Kalıpta yer alan “-ki” sıfat türetme eki çekim ekinden sonra geldiği için bu durumu değiştirmez: İzmir’deki deniz… Lütfen yazım kılavuzlarına bir bakınız.

Sadece teşekkür ediyor.  

Aynı konuda bir başkası da eleştiriyor onu:

Özel adlara getirilen -deki’nin ayrılmaması gerektiğini söylemişsiniz ancak ayrılır: İzmir’deki şairler, Fransa’daki grev.

Onu şöyle yanıtlıyor:

Evet, Fransadaki (de) çekim eki sayıldığından ayrı yazılması gerektiğini söyleyenler var, ama söylemeyenler de var. -deki eki bir bütündür, çünkü yazım kuralı basit olmalıdır, herkes kullanıyor çünkü.

Elbette gerçek böyle değil; hiçbir dilci, hiçbir yazım kılavuzu “-deki’ eki bir bütündür, hiçbir yerde kesme imiyle ayrılmaz” demiyor, geçmişte de dememiş pek. Konuya kıyısından köşesinden bulaşan “hevesliler” belki. Belki de bir çıkış yolu olarak, kendini savunmak için yazıyor bunu.

Bu kişi yıllarca dersanelerde Türkçe öğretmenliği de yapmış (yazının giriş bölümüne döndük işte). Üstelik iyi bir insan; anlaşıldığı kadarıyla seveni de çok biri.

Dersanelerde çalışmış Türkçe öğretmenleri iyi bilir: Sınavlarda TDK Yazım Kılavuzu esas alınır ya da onunla çelişen durumlar sorulmaz, sorularda kullanılmaz.

Bu kılavuz da baştan beri aynı şeyi söyler: “Özel adlara gelen ‘-deki’ eki kesme imiyle ayrılır.”

Yukarıda da yazdığım gibi, mantık belli: “-de” bulunma durum (hâl) ekidir, “-deki” bileşik ekinde, kalıbında da olsa, bu ekin işlevi değişmemiştir.

Zaten kalıp aslında “-(de)ki” biçimindedir. Çünkü “-ki” eki sıfat türetme işlevi kimi yerlerde “-de” eki olmadan yerine getirir: dünkü olay, yarınki maç…

Yani türetme eki “-deki” değil, sadece “-ki” ekidir.  Özel bir durum söz konusudur. Bulunma durum (hâl) eki “-de/-da”, anlam ve işlev bakımından varlığını tam olarak sürdürmekte, “gözde bir sanatçı” örneğinde olduğu gibi işlev değişimine uğramamaktadır bu tür kullanımlarda.

Zaten “İzmir-İzmir’deki”, “Fransa-Fransa’daki” gibi sözcükler arasındaki farklılık anlamdan çok görev değişimiyle ilgilidir (ad-sıfat).

Kesme imini, bir önceki kişi gereksiz biçimde kullanırken bu kişi ise gereksiz biçimde kullanmıyor. Her ikisi de başkalarına ders vermeye kalkışacak kadar iddialı üstelik.[2]

Kıssadan hisseye gelelim şimdi.

Hele de dil ve yazım kuralları konusunda iddialı söz söyleyecek, akıl verecek, başkalarını eleştireceksen, var olan bilgilerine fazla güvenme, biraz araştırma yap… Hiç olmazsa yazım kılavuzlarına şöyle bir göz atmayı, hafızanı tazelemeyi unutma…

Dilbilimci ya da çok iyi bir yazar değilsen, kişisel yazım iddiasında bulunma. [3]

Paradoks nerede peki?

Kısaca “çelişkinin açmazı” diye açıklayabileceğimiz paradoksun ünlü örneklerinden biri, kendisi de Giritli olan Epimenides’in “Tüm Giritliler yalancıdır” sözüdür.

Epimenides de yalancılar (Giritliler) kümesinde yer aldığına göre bu sözün (önermenin) tezi ne peki? Doğru söylüyorsa, kendisi de yalancı olduğu için aynı zamanda yalan söylüyor demektir. Yalan söylüyorsa sonuçta sözün içeriği doğruluk değeri taşıyor demektir öte yandan.

Bir önerme hem doğru hem yanlış olamayacağına göre bu söz bir paradoks içermektedir.

Yanlışlar sosyal medyada öylesine yaygınlaşır ki önce bulanıklığa yol açar, sonra doğruları boğmaya. Bilgisiz, sözünü ettiği konuda kendini bilgili biri olarak sunmayı ya da göstermeyi bir ölçüde başaran kimselerin “Öyle de olur böyle de”, “İkisini de savunanlar var” gibi yaklaşımları da yerleşir giderek. Konuyu iyi bilenlerin yazdıkları kuşkuyla karşılanır, kaba biçimde eleştirilir; ukalalık tasladıkları bile ileri sürülür onların. Olmadı silinir kendi sosyal medya ortamlarından adları; eleştirilerin kendi” arkadaşlar”ınca okunmaması, bu kimselerin kendi “küme”lerince izlenmemesi sağlanır en sonunda.

Hem nicelikçe boğulmuşsunuzdur, hem yeni paradoksların hükmü sürmeye başlamıştır sosyal medyada…

Artık kimseye anlatamazsınız derdinizi…


[1] Bu sözcük, TDK Yazım Kılavuzu’nda “dersane”, Dil Derneği Yazım Kılavuzu’nda “dershane” olarak geçer. Ben TDK’nin yaklaşımını doğru buluyorum; gerekçem de, bu sözcükte, dilin doğal akışında ve gündelik dil kullanımında hece düşmesinin tamamen gerçekleşmiş olması.

[2] Bu iki kişi beni “Facebook arkadaşlığı”ndan çıkarmış anında.

[3] Bu yazıyı bir, bir buçuk yıl önce yazmıştım. Yayımlama konusunda kararsızlık içindeydim. Bir iki ay önce, Cumhuriyet gazetesinin pazar ekinde “Basın dilini mi yuttu?” başlıklı yazıyı görünce merakla hemen okudum. “Yazılı ve görsel basında dil kullanımında büyük yanlışlar yapılıyor” teziyle yazılmış bu yazıda yukarıda üzerinde durduğum ek ve bağlaçların yanlış yazımlarının yaygınlığından da söz ediliyor. Yazının ilk tümcesi şöyle:

Bu yazıda ne tehdit altındaki düşünce özgürlüğünden ne de sınırları giderek daralan basın özgürlüğünden söz etmeyeceğim.

Eyvah, dedim telaşla, sonra gülümsedim nedense ister istemez. Başlıkla bu tümce arasındaki karşıtlık, biraz yumuşatarak söyleyeyim, çelişki, ne yazık ki trajik bir duruma yol açmış: “Burada basının dil kullanım yetersizliğine vurgu yapmak istiyorum.” tümcesiyle devam eden yazının daha ilk tümcesi bozuk.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir